Kanije Zaptı
Vezir-i Âzam İbrahim Paşa 1600'ün ilkbaharında Belgrad'dan çıktı. Fetihler mevsimiydi ve geçen seneden kalan işler bitirilmeliydi. Murad Paşa (Kuyucu) yol üstündeki Babofca'ya gönderildi. Orası küçük ve kolay zapt edilecek bir yer, esas hedef Estergon'dur. Tiryaki Hasan Paşa orduya katıldı. Müzakereler sonucu hedef değişti. Kanije'ye doğru sürüldü atlar.
Kanije kırk gün kadar muhasara edildi. Barut mahzeni havaya uçuruldu. Kaleyi savunanlar müşkül durumda kaldılar, dışarıdan yardım alma ümitleri kesildi. Mecburen, vire ile teslim oldular. Teslimden sonra hiç kimseye dokunulmadı. "Tavuk kümeslerine kadar bütün eşyalarını alıp gittiler. Bu muhasarada Osmanlı ordusunda bulunan Fransız kuvvetlerinin büyük gayretleri görüldü. Kanije Beylerbeyilik ile Tiryaki Hasan Paşa'ya verildi."
Kanije'nin fethinden sonra oraya yakın bazı kaleler de kendiliklerinden teslim oldular. Serdar-ı Ekrem İbrahim Paşa Belgrat kışlağına çekildi. Kanije de Tiryaki Hasan Paşa'ya 4–5 bin asker bırakılmıştı ve bir miktarda erzak. Bu fetih haberine İstanbul'da üç gün şenlik yapıldı.
Teslim alınan Kanije Kalesi'ne derhal bir cami inşa edildi. Bir hafta içinde tamamlanan camide cuma namazı kılındı. Tiryaki Hasan Paşa'nın maceraları bundan sonra başlayacak.
Belgrad kışlağına çekilen Vezir-i Âzam ve Serdar-ı Ekrem Dâmad İbrahim Paşa hastalandı. Dört-beş gün kıvrandı ve yatağından kalkamadı; 10 Temmuz 1601'de öldü.
İbrahim Paşa'nın yerine sadârete Yemişçi Hasan Paşa tayin edildi. Bu Paşa biraz uğursuz olarak tanınırdı. Kibirli ve inad olduğu söylenirdi. Anadolu Celâli İsyanı'yla kavrulurken, Avrupa ateş çemberi iken böyle, müsbet vasıfları olmayan birinin sadâreti hoş karşılanmadı. Amma Hasan Paşa hevesliydi. İbrahim Paşa'nın yerine cepheye gönderildi, İbrahim Paşa'dan kalan Belgrad'daki her şeye vâris oldu, Paşa'nın dul eşi, Üçüncü Murad'ın kızı Ayşe Sultan'a da talip oldu. Cepheye hevesi kırılmadan gitmesi için, Üçüncü Mehmed, damatlık arzusunu da geri çevirmedi.
Şimdi kısa bir nazarla Anadolu'ya bakıp tekrar Avrupa'ya döneceğiz. Anadolu'nun Celâli İsyanı'yla kavrulduğunu söylemiştik. Devşirmelere tahammülsüzlük olarak gösterilen Celâli İsyanları'nın daha öne başladığını görmüştük. Şimdi anlatacağımızın öncekinin devamı sayılması lâzım. Şahıslar değişse de gayeler aynı. Devşirmelere, onların Türklere yaptığı zulümden dolayı duyulan kin dense de, bu taş Celâlileri aklamaz. Kara-Yazıcı Abdülhalim, Halim Şâh unvanıyla ortaya atılmış, devletin ordusuna savaş açmıştı. Şah unvanı alışı, nereden beslendiğini işaret ediyor.
Kara-Yazıcı, üzerine gönderilen Bağdad Valisi Sokullu Hasan Paşa ile savaşıp, zora düşünce dağlara çekilmişti. (25 Nisan 1600) Bundan beş ay sonra Kayseri'de devletin ordusuyla Kara-Yazıcı Halim Şâh'ın ordusu karşılaştı. Binden fazla yeniçerinin ölümüyle Devlet savaşı kaybetti.
12 Ağustos 1601'de Elbistan yaylağında karşılaşan Sokullu Mehmed Paşa'nın oğlu Hasan Paşa komutasındaki Devlet ordusu ile Kara-Yazıcı'nın adamları çok şiddetli savaştı. Celâliler 30.000 kişi kadardı; bunun üçte ikisi telef edildi; kalanlar Canik Dağları'na kaçtı.
Halim Şâh (Kara-Yazıcı) aldığı addan da belli Şahlık peşinde koşuyor. Etrafına toplanan insanlar Kronoloji'nin anlatımına göre Cumhuriyet tarzı bir idare peşindeydi. Aralarında anlaşmazlık çıktı ve Kara-Yazıcı öldürüldü. Bu Kara-Yazıcı'nın ölümüyle ilgili birinci rivayettir. Çarpışmada öldü, eceliyle öldü diyenler de var...
Şimdi, dönelim Tiryaki Hasan Paşa'ya...
Bu bir destandır. Tiryaki Hasan Paşa denen harb hileleri dahisi ihtiyarın, 4000 askeri ile 100 bin kişilik müttefik Hıristiyan ordusuyla dalga geçerek kazandığı zaferin hikâyesidir. Her safhası ayrı tat veren ve iki buçuk ay süren bu destandan bir kaç tablo seyretmeden geçilemez!!
Kanije Kalesi Türkler tarafından zaptedilince, Tiryaki Hasan Paşa'ya emânet edilmişti. Esas ordunun gittiğini bilen düşman için fırsattır, hemen Arşidük Ferdinand komutasında 100 bin kişilik bir ordu gönderdiler ve 47 adet top getirdiler yanlarında. Kaledekiler sadece 4000 kişi. İhtiyar Tiryaki Hasan Paşa düşman ordusundaki azameti görünce, hemen takviye ihtiyacım hissetti. Bir kaç yabancı dil bilen çok maharetli Kara Pençe Osman'ı, Sadrazam Yemişçi Hasan Paşa'ya gönderip yardım istedi. Yardım gelmesi mümkün değildir. Yemişçi Hasan Paşa bir mektupla, "gelemem" demiştir. Paşa'nın vaziyeti ayarlayıp gelmesi beklenirken gelememesi ihanet olarak değerlendirilir. Tiryaki Hasan Paşa, çok müşkül durumda kalınca her şeyi göze alarak askerin moralini bozmamaya çalışır. Yardımın yolda olduğunu yayar asker arasına ve çeşitli hilelerle düşmanı da buna inandırır.
Bu sıkıntılı vaziyet sürerken iki hademe kaleden firar eder. Firariler iki Macar kardeştir. Adları Handan ve Kenan olan kardeşler düşman ordusuna, kalenin sırlarını ifşa ederler, düşman cesaretlenir. Bir günde, binden fazla gülle yağar Kanije Kalesi'ne, kaleden hiç karşılık verilmeyişini, topun olmadığına yorar düşman, ateş menziline girer ve Hasan Paşa'nın birinci tuzağına düşmüş olur. Yüz topun birden atışa başlamasıyla neye uğradığını şaşıran askerlerden ölen ölür, ka¬anlar canlarını kurtarma telaşıyla kaçışırlar.
Hasan Paşa'nın bu vartayı atlatması Allah'a kalmıştır. O da Allah vergisi zekâsını kullanarak çareler üretir. Bir mektup yazar; satırlar, düşman tarafının bilmesi istenen bilgilerle doludur. Bu hileli mektup, taşıyıcı tarafından, düşürülmesi gerektiği yerde düşürülür ve Arşi-dük'ün eline geçer...
Olaylar devam eder. Heyecanlıdır, korkuludur, seyrine yürek dayanmaz. İki esir ele geçirilir Arşidük'ün ordusundan. Bu esirlerden karşı tarafın durumu iyice öğrenilir. Tiryaki Hasan Paşa, Beşli Ağası Ömer Bey'e teslim ettiği esirler için, kat-i emrini verir:
"- Bunları hemen öldür!"
Paşa, daha sonra Ömer Bey'e talimatını vererek gönderir. Ömer Bey iki esiri özel odasına götürür, kapıyı kapar ve der ki: "Gelin, rahatınıza bakın. Aynı milletteniz. Tiryaki Hasan Paşa yaman bir hilecidir. İki kişiyi mahsus salıp, kaçmış gibi gösterdi ki, öbür tarafı kandıra."
Ömer Bey iki esire Handanla Kenan'ı öyle bir anlatır ki, onların Hasan Paşa tarafından casusluğa gönderildiğine ve kendisinin de gerçek dostları olduğuna inandırır. Daha sonra da: "Bu kale çok muhkemdir. Yiyecek, içecek ve silah da pek çoktur. Ben şimdi hayatımı tehlikeye atacağım; sizi buradan salıvereceğim. Sakın, Paşa'nın yalanlarına kanılmasın." der.
Artistik kabiliyeti yüksek olan Ömer Bey, iyice inandırdığı sahte millettaşlarına bir de ziyafet çeker ki, muhasara edilen bir kalede bulunması zor olan cinstendir. Bununla amaçlanan da, bolluk gösterisidir. Ömer Bey muvaffak olur. Karınları doyunca gözleri yolda olan esirleri, gizli çıkış yerine gizlice götürürken,
"Şimdi, der, dikkatlice siz gidin. Ben sizi öldürdüğümü yayacağım, paşayı buna inandıracağım." İki esir hayatlarını kurtarmanın ve ordularına önemli sırlar götürmenin sevinciyle kaçar giderler. Bu esirlerin karşı tarafta ne kadar işe yaradığı, kaledekilere gösterilen Kenan'la Handan'ın kesik başlarından anlaşılır.
Bir mektup hikâyesi daha. Bu mektup da, güya sadrâzam tarafından Tiryaki Hasan Paşa'ya yazılmış olan mektuba ve gönderilen yardıma teşekkürnâmedir. Bunun da bir yolla düşürülüp düşman eline geçmesi sağlanır. Kara Pençe, mektup meselelerinde önemli hizmetler gören, sadrâzamla Tiryaki Paşa arasında, düşman muhasarasına rağmen mekik dokuyan kahramandır.
Tiryaki Hasan Paşa'nın hileleri bitmez; ama biz şimdilik bu kadarla yetiniyoruz.
Sadrâzamdan yardım gelmez ise de, Allah'tan öyle dondurucu soğuklar gelir ki; düşman ordusu Kanije'yi terk etmek zorunda kalır. Gidişleri de tam Tiryaki Hasan Paşa'nın istediği gibidir; toplarını ve eşyalarının büyük bir kısmını savaş yerinde bırakırlar. Sadece bunlarla kalmaz iş. Hücum sırası Türk ordusundadır. Tamamı 4000 kadar olan askerimiz kaçan 100.000 kişilik düşmanın peşine takılır...
İlk hücumda 18 bin düşman kellesi yığılır Tiryaki Hasan Paşa'nın önüne, ikinci hücumda 30.000 kelle...
Yetmiş gün, binbir sıkıntı içerisinde savunulan kaleden maddi hesaplara göre cesetleri toplanmaları gerekenler, başsız cesetlerle dağı, bayırı doldururlar.
Kanije müdafaasını uzatışımız, böyle muazzam zaferlere hasretimizdendir. Tiryaki Hasan Paşa Arşidük Ferdinand'ın otağına girer, görür ki içeride "bir âli taht, çevresi trabzan, biri altın ve biri gümüş; parmaklıkları başları elvan-ı cevahir ile murassa ve müzeyyen ve direkleri başına birer elmas vaz'olunmuş ki, her biri Rum harâci değer idi..."
Hasan Paşa burada iki rekât namaz kılıp, Cenab-ı Allah'a hamd eder ve dua edip ağlar.
Tabii ki bu ağlama sevinçtendir, der ki: "Bu nusret mücerret Hak-Tealâ'nın inayeti ve Hazret-i Resûl-i Ekremin mucizâtı eseridür!"
Kılıcım çekip, ortadan tahtı kılıçlar, üzerine oturur. Beylerine vaz-u nasihat ettikten sonra:
"Her kim bu ulu gazada bulundu ise inşaallah mağfurdur", der ve otağda bulunan cephaneden başka ne var ise askerine verir.
Haber İstanbul'a ulaşınca şenlikler yapılır. Pâdişâh, Paşa'ya gönderdiği Hatt-ı Hümâyunda, "Sen ki Kanije Beylerbeyi ihtiyar kulum ve müdebbir vezirim Hasan Paşasın." "Berhudar olasun" "Manevî oğullarumun yüzleri ağ ala".
Böylece, Padişah, Tiryaki Hasan Paşa'ya vezirlik vermiş oluyor. Askerleri manevi oğulları olarak taltif ediyor ve "Muktezayı tertib-i saltanatıyle Hak Teâla Hazretleri'ne ısmarlıyor" hepsini!
Celâliler ve Hasan Paşa'nın Ölümü (22 Nisan 1602)
Kara-Yazıcı ile Sokullu-oğlu Hasan Paşa Elbistan'da çarpışmış, Celâliler'in 30.000 mevcudu 10.000'e inmişti. Kılıç artıkları Canik Dağları'na çekilmişti, Hasan Paşa Tokat'a. Savaşta yahut sonra Kara-Yazıcı ölmüş, yerini, kardeşi Deli Hasan almıştı. Ayrıca üç Celâli lideri daha ortaya çıktı. Şâhverdi, Yular-kasdı ve Tavil. Kimine göre bunların adı eşkıya, kimine göre Celâli'dir. Bunların hareketi devam etti. Tokat'a saldırdılar. Etrafı yağmaladıktan sonra Tokat'ı çevirdiler.
Pâdişâh, olayların büyüdüğünü öğrenince Hasan Paşa'yı azledip, eşkıyayı sindirme görevini Diyarbakır'ın valisi Hadım Hüsrev Paşa'ya verdi. Hasan Paşa Tokat'ta "Cennet Bağı" adım verdiği murassa ve mücevher sükûçeleri olan bir yerde yaşıyordu. Çünkü rahatı fevkalade idi. Azlini tebliğe cesaret edilemiyordu. Kapıcıbaşı tebliğinin mükâfatım katledilerek aldı. Hasan Paşa, aynı görevle gelen kardeşini öldürmeye kıyamadı, onu sadece huzurundan kovdu.
Celâlilerin Tokat muhasarası bir ay sürdü. Bir sabah kapı önünde oturan Hasan Paşa'ya nişan alan "iyi bir Türk nişancısı tüfeğini boşalttı." Hasan Paşa'nın öldürülmesinden sonra Tokat talan edildi. Paşa'nın bütün hazinesi Celâlilerin eline geçti. Daha güçlenmiş olarak bütün Anadolu'ya yayıldılar.
İstolni Belgrad'ın Yeniden Alınması (6 Ağustos 1602)
Belgrad elimizden çıkmıştı. Rumeli Beylerbeyi Lala Mehmed Paşa tekrar almak için faaliyete geçti. Ahmed adlı bir yiğit asker molozlara basarak, Battal-kapu kulesine çıkıp elindeki bayrağı kuleye dikti. Birden gördükleri manzara karşsında panikleyen düşman yenilmekten kurtulamadı. Bütün olaylar Peçevî'nin gözleri önünde cereyan etmiş olup, o da aynen kitabında aktarmıştır. Biz savaş safahatına girmiyoruz. Fetih'ten sonra Sancakbeyi ve gerekli asker bırakılarak, ordu Budin'e hareket etti.
18 Kasım 1602
Serdar-ı Ekrem Yemişçi Hasan Paşa Belgrad fethinden sonra Budin'e değil, Erdel üzerine gitmeye karar verdi. Buna sebep Türkiye tarafından Voyvoda tayin edilen Moziş'in Avusturyalılara karşı yardım istemesiydi. Bu sıralarda, Arşidük Mathias'm ordusu Ciğerdelen önlerinde ve top sesleri Budin'e kadar yansımaktaydı. Budin Beylerbeyi Kadızâde Ali Paşa ile Kadı Nâbil Efendi Yemişçi'ye yalvardılar. Erdel'e giderse, 40 topu olan 80 bin kişilik Avusturya ordusunun Budin'e saldıracağını casuslarından öğrendiklerini söylediler. Yemişçi dinlemedi.
Yemişçi Hasan Paşa istediğini yaptı, düşmanda vazifesini ihmal etmedi. Önce Peşte'yi kolayca alıp bir yığın kadın ve çocuğu esir ettiler. Sıra Budin'e geldi. Yemişçi'ye yolda duyurulan felaket biraz aklını başına getirdi ve bir miktar kuvvetle Rumeli Beylerbeyi Lala Mehmed Paşa Budin'i kurtarmaya memur edildi.
Türk askerlerinin mukavemetine hava durumu da yardımcı olunca, Arşidük çekilmek zorunda kaldı.
Anadolu'dan Sıçrayan Ateş İstanbul'a Düşer
6 Ocak 1603: Kapu Ağası ve Darüssaade Ağası'nın idamı. Gazanfer Ağa ile Osman Ağa'nın idamları Osmanlı Devleti'nin çok derin olan iç yarası bakımından önemlidir. Biraz üzerinde durmak lâzım!
Anadolu'da başlayan devlete başkaldırma hareketleri, ordudan ayrılan "30 bin sipahinin kayıtlarının silinmesi, bulundukları yerde öldürülmesi" emri ile güç kazanmış, hayatta kalabilen sipahiler Anadolu'da isyancıların safına katılıp, devlet kuvvetlerine karşı savaşmaya başlamışlardı. İstanbul'dan gönderilen ordular isyancılara karşı zafer elde edemeden dönüyorlar, bazı paşalar ise rezil oluyorlardı. Bizim bu meseleleri aktardığımız kaynak (Kronoloji) Celâlileri bastırmaya giden paşaların dönme-devşirme olduğunu, öp öz Türk olan Anadolu halkına müsamaha göstermediğini yazar. İsyanların gerçek sebebi olarak da, Osmanlı Türk Devleti'nin, dönmelerin elinden kurtarılması, gibi iddialar taşıdığı anlatılır. Ve "Türk milliyetinin devşirmelikle mücadelesinden hâsıl olmuş feci bir vaziyettir" denir.
İstanbul'da çıkan isyan Anadolu yüzündendir. Devşirmelerin Türkleri kırmasına karşı çıkan, Hüseyin Halife, Poyraz Osman, Tepegöz Rıdvan, Kazzaz Ali, Burnay Mehmed, Öküz Mehmed, Kâtip Cezmi... bunlar Sipahi Ocağı'ndandırlar. Padişahtan "Ayak Divanı" isterler.
Sultan Mehmed saray avlusuna kurulan tahta çıkar ve dinler. Hüseyin Halife, Poyraz Osman ve Kâtip Cezmi Pâdişâha Anadolu vaziyetinden çok acı bir dille bahsedip, sebep olanların kellelerini talep ederler.
İsmail Hami Danişmend'e göre Venedikli Valide Safiye Sultan'ın rüşvetle memuriyet sattığı Macar devşirmesi Kapu Ağası Gazanfer Ağa ile Darussaade Ağası Zenci Osman Ağa saraya hâkimdir. "Üçüncü Mehmed sipahileri yatıştırmak için biri siyah bir beyaz olan Gazanfer Ağa ile Osman Ağa'nın başlarını siyaset meydanına düşürdü. Halkın dualarını alarak, meydandan içeri çekildi."
Şehzade Mahmud'un İdamı (7 Haziran Cumartesi 1603)
Anadolu'da başlayan ihtilâl hareketleri, padişahın gönderdiği askerleri perişan etmektedir. Bu olaylara çok üzülen Pâdişâh yemeden içmeden kesilir. 21 yaşında ve cesaretiyle ünlü şehzadenin babasının üzüntüsüne üzülüp isyancılara karşı Anadolu serdarhğına talip olması, bu arada bir şeyhin büyü ile uğraştığı ve şehzadenin tahta göz koyduğu rivayetleri dolaşmaktadır.
Üçüncü Mehmed, 19 kardeşinin cenaze namazlarım kılarak oturduğu tahtı, oğlunun cenazesini kılarak ebediyyen terkedecektir.
Şehzade Mahmud'un boğdurulmasından sonra Üçüncü Mehmed iyice sarsılmıştır. Ne sarayda, gönlünü hoşnut eden işler olur, ne cephelerden güzel haberler gelir.
Ve Padişahın Ölümü (20/21 Aralık 1603)
Eski tarih kitaplarında kayıtlıdır. Pâdişâh bir gün dışarıdan sarayına dönerken, bir derviş bağırarak şöyle söyler: "Padişahım gafil olma 56 gün sonra büyük bir hâdise zuhur edecek." Zaten yaşama sevincini kaybetmiş bulunan Üçüncü Mehmed bundan endişeye kapılır. Elli iki gün sonra hastalanıp, dört gün yattıktan sonra ölür.
Padişahlığı dokuz sene süren Üçüncü Mehmed 38 yaşının içinde, Eğri fatihliği gibi iyi bir ün, 19 şehzade ve bir evlâdın ölümünden sorumlu kötü bir nam bırakmış olarak Allah'ına kavuşur.
Hiç bir tarihçi onun zamanını övünçle anlatamaz. Ölümü bile çok basit bir kaç satırla geçiştirilir.
Osmanlı toprağına bereketli yağmurlar yağmaz, has meyveler yetişmez olmuşsa, Mehmed ne yapsın.
Fatih, Yavuz, Kanuni o devrin nimetleri miydiler acaba? Bundan sonra öyle bir devir görülebilir mi?
Üçüncü Mehmed'in kadınları: Bir tek isim var, Handan Sultan.
Üçüncü Mehmed Nasıl Bir Padişahtı?
Peçevî'den özetle aktardığımız Şemsi Paşa'nın, III. Murad'a rüşvet verdiği yolundaki sözleri iç karartıcı idi. İftiharla diyordu ki Şemsi Paşa Osmanlı Hanedanı bundan sonra iflah olmaz. O Padişahın zamanı kötü sayılırdı, onun oğlu III. Mehmed zamanı da, Osmanlı'nın eski asaletinin erimeye başladığı bir devir olarak geçti.
Fatih devşirmelere makam vermiş, sayısız nimetler vermişti fakat almayı da bilmişti. Son iki padişah maalesef öyle çıkmadı. Çelik iradeli olması mutlak şart iken padişah, anasının iradesi dışına çıkamadı. Anadolu'da isyan hareketleri yaygınlık kazandı. Devletin günü eşkıyaya yetemeyecek kadar azaldı.
III. Mehmed'in ana sözü dinlemesi terbiyesinden, yumuşak başlılığından denir ya, padişahlık sadece terbiye ve yumuşak başlılıkla yürümüyor...
III. Mehmed'in kabri Ayasofya'da II. Selim Türbesi'nin yanındadır.
20 Şubat 2009 Cuma
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder